Bir Japon Sanatı : Anime

RoadLife dergisinin Kasım sayısında 'Japonlardan sinemaya bir hediye : Anime' başlığıyla yayınlanan yazımı okuyabilirsiniz.

Bir Japon çizgi film sanatı olan anime, Amerikan sinemasının etkisini arttırdığı 20 yüzyılın ortalarında, Japonların sinemaya bir alternatif sokma arayışıyla ortaya çıkar. Ancak animasyon sektöründeki gelişmeler 20 yüzyılın başlarına kadar uzanmakta.



1918 yapımı kısa film ‘Momotaro’ ile adını uluslar arası arenada duyuran Japonya’da, animasyonlar hep kısa film olarak çekiliyor, bu da Walt Disney ve Max Fleischer gibi yapımcıların animasyonları karşısında oldukça zayıf kalıyordu. Walt Disney, ilk uzun metrajlı çizgi filmi ‘Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler’ ile animasyon sektörünü tamamen egemenliği altına almıştı. Japon sinemacıların, iyi oyuncu ve sağlam bütçe avantajını elinde bulunduran Amerikan sineması karşısında tutunmaları, ikinci dünya savaşının bıraktığı zorluklarla boğuşan dönemin Japonya’sında oldukça zor gözükmekteydi. Bu çıkmazdan bir kaçış yolu arayan Japonya’da, yarattığı Mickey Mouse karakteriyle ortalığı kasıp kavuran Walt Disney’in ve efsanevi çizgi film Superman’in yaratıcısı Max Fleischer’in başarısı dilden dile dolaşıyordu.

Her şeye rağmen Japonya’da, animasyon adına iyi şeyler de oluyordu elbette. 1958 yapımı ilk uzun metrajlı renkli anime film olma özelliğine sahip Hakuja Den’in, gösterildiği festivallerde beğeni toplaması, Japonya’da animeye duyulan ilgiyi canlandırması adına önemliydi.

Genç bir Japon, Osamu Tezuka da bu isimlerden etkilenmiş bir manga sanatçısı ve animatördü. Kendi 8 mm’lik kamerasında küçük animasyonlar çekmeye başlayan Tezuka, etkilendiği bu isimlerden ilham alıyordu şüphesiz. Henüz 20 yaşındayken ‘Shintakarajima’ adlı bir manga çizen Tezuka, en popüler işini, 1967’de çizdiği ‘Astro Boy’ ile yaptı.

Japon çizgi romanı olan mangaların büyük ilgi çekmesi ve mangaların animatörler tarafından animasyonlarda kullanılması, günümüze kadar uzanan bir süreci, yani anime sürecini başlattı.

Yeni bir tür doğuyor : ‘Anime’

Yaşanan tüm bu gelişmeler, animasyona duyulan ilgiyi bir hayli arttırmıştı. Osamu Tezuka’nın da mangalardan anime yapma çabaları olumlu sonuçlar veriyor ve büyük bir ilgi uyandırıyordu.

Osamu Tezuka’nın mangalarını animasyonlarında kullanması ve bu animasyonlardaki çizimler, günümüz animelerinin karakteristik özelliklerini yansıtması açısından önemli. İşte bu nedenle Tezuka’ya ‘Manga’nın Tanrısı’ denilmesi kesinlikle bir tesadüf değil.

1970li yılların başında, ‘Manga’nın Tanrısı’ Tezuka’nın anime devrimi sadece Japonya’da değil, tüm dünyada etkisini hissettirmeyi başarıyor ve türün en önemli örneklerinin de önünü açıyordu. Batının etkisinden kurtulmaya başlayan animatörler de, ‘Mecha’ gibi yeni kavramları animasyonlarında kullanmaya başlıyordu. Mecha, büyük robotların ve makinelerin yer aldığı, zamanın en popüler animeleriydi.
Bilinen en eski mecha, ‘Mazinger Z’ adındaki robotların kötü karakter Dr. Hell’in yaptığı dünyayı yok etmeye programlı robotlarla savaşının anlatıldığı animelerdir. Bu animenin çok sevilmesi de, mecha animelerin sayısının artmasına vesile olur. ‘Mobile Suit Gundam’ adındaki anime dizi, Japonya’daki dizi animelerin de başlangıç noktası diyebiliriz. Ayrıca ‘Mobile Suit Gundam’, hikayesindeki derinlikle de, anime türüne bambaşka bir hava katmıştı.

1980 yılına gelindiğinde, animelerde farklı hikayelere yönelme hevesi baş göstermişti animatörler arasında. Japon animatör Go Nagai’nin Honey Kisaragi adındaki bir genç kızın öyküsünü anlattığı anime dizi ‘Cutey Honey’ ve dişi süper kahraman ‘Kekko Kamen’ animesi yetişkenlere yönelik animeler olarak göze çarpıyordu. Ancak bu animelerin biraz yanlış anlaşılması, ‘hentai’ denilen çizgi pornografi akımının başlamasına neden oldu. Bu akım, anime sadece çizgi pornografilerdir gibi yanlış bir düşüncenin doğmasına sebebiyet verdi.

1988 yapımı yönetmenliğini Katsuhiro Otomo’nun yaptığı ‘Akira’ animesi, sürükleyici aksiyonu ile hala bir çok anime izleyicisinin favorisi. Hatta daha da ileriye gidersek çoğu için Akira’dan önce ve Akira’dan sonra gibi iddialı bir yaklaşım da mevcut. 2019 yılının Tokyo’sunun resmedildiği animede, garip görünümlü bir çocuk ve motosiklet çetesinin hikayesi anlatılıyor. İlginç senaryosuyla kafaları kurcalayan ‘Akira’, mangası da dahil olmak üzere türün en çok takip edilen ve etki bırakan animelerinden biri.

Yine türün en önemli örneklerinden birisi de animatör Mamoru Oshii’nin 1995 yapımı ‘Ghost in the Shell’ animesidir. Bir çok animatör ve türün sevenleri tarafından Akira ile beraber en önemli bilimkurgu anime olduğu kabul edilen film, 2029 yılındaki makine-insan farkını ve gelişen teknolojiyle beraber ruhlarını kaybeden karakterlerin hikayesini anlatıyor. 2004 yılında yapılan devam filmiyle Cannes Film Festivalinde Altın Palmiye adayı olan ilk anime olma özelliği taşıyan Ghost in the Shell, birçok Hollywood filmine, hatta Matrix’e bile, ilham kaynağı olan bir anime.

2000li yıllarda anime

Pek çok uluslar arası festivalden ödülle dönen animeler, Oscar törenlerinin de vazgeçilmezi artık Hayao Miyazaki’nin 2001 yapımı ‘Sen to Chihiro no Kamikakushi/Ruhların Kaçışı’ animesinin, 2002 yılında Berlin Film Festivalinde Altın Ayı ve 2003 yılında en iyi animasyon Oscar’ı ödülünü kazanması da bunun bir göstergesi diyebiliriz. Chihiro adındaki küçük kız çocuğunun, ruhların dinlenme yerini keşfetmesini ve oradan kaçışının anlatıldığı anime, Oscar ve Altın Ayı kazanan ilk anime olma özelliğine sahip.

Animelerin bu başarısı artık batı tarafından da açıkça kabul edilmiş durumda. Bunun en iyi neticesi, ortak yapım animelerin sayısının hızla artması. Japon-Fransız ortak yapımı dizi anime Taiyo no ko Esteban/Güneşin oğlu Esteban buna güzel bir örnektir.

Amerikan animasyon şirketi Disney de anime filmlere kayıtsız kalamayanlardan. Japon animasyon şirketi Studio Ghibli ile pek çok ortaklık anlaşması imzalayan Disney, bu şirketin animelerinin dünya çapında dağıtımını üstlendi. Ayrıca Studio Ghibli’nin 1999 yapımı My Neighbors the Yamadas animesinin üretim maliyetlerine de destek vermeye kadar götürdü işi.

Neden bu kadar çok sevildi?

Animelerde hikayelerin, birkaç motif üstüne kurulduğunu söylenebilir aslında. Geçmişe duyulan özlem, kahramanlık ve kıyamet konularının işlendiği anime filmler en çok bilinenler. Özellikle kıyamet ve dünyanın sonu, kendisine sıkça yer bulmuştur anime filmlerinde. İkinci dünya savaşının Japon insanı üzerinde bıraktığı etki, kıyamet temalı animelerin temel kaynağı olarak görülebilir.

Animelerin özellikle Japonya’da kısa sürede sevilmesinin nedeni hem bu nedenler hem de kendilerine hiç benzemeyen karakterlerin ve hiç görmedikleri yerlerin animelerde yer alması olarak gösterilebilir. Konusu gerçek hayattan olsun ya da olmasın, hayal gücünü zorlayan hikayelerin animelerde yer alması, animelerin sadece Japonya’da değil, tüm dünyada bir bağımlılık haline gelmesini sağlamıştır dersem yanlış bir ifade kullanmış olmam sanırım.

İşte tam da bu noktada, ‘Peki bu animelerin çocukların izlediği çizgi filmlerden farkı ne?’ gibi bir soruyla karşılaşabiliriz. Teknik olarak bir farkın olduğu söylenemez elbette. Mesela hepimizin bildiği, en meşhur Japon çizgi filmlerini hatırlayalım. Kaptan Tsubasa, Şeker Kız Candy, Dragonball birer anime örneğidir. Çizimlerin kalitesi ve etkileyiciliği, senaryo olgusu ve her yaşa hitap etme özelliğiyle animeler, çizgi filmlerden bir nebze ayrılır diyebiliriz.

Türkiye’de Anime Olgusu

Ülkemizde az sayıda olsa da izleyicisi ve seveni olmasına karşın, ürün anlamında hatırı sayılır bir yerinin olduğunu söylemek zor anime filmlerinin. Belki de sadece çocuklara yönelik çizgi filmler olarak görülmesi, bu türün ilerlemesinde en büyük engel. Çok nadir de olsa ülkemizde düzenlenen bazı festivallerde kendisine yer bulabiliyor anime filmler. Yönetmenliğini animenin kült ismi Hayao Mizayaki’nin yaptığı ‘Küçük Deniz Kızı Ponyo’ buna bir örnek. Film 2008 ‘Film Ekimi’ film festivalinde gösterilmişti. Yine son yıllarda mangaların Türkçe’ye çevrilmesi bu türe olan ilgiyi arttırmış durumda.

Animede Üç Usta : Hayao Miyazaki, Mamoru Oshii, Katsuhiro Otomo

Oscar ödülü kazandığı ‘Sen to Chihiro no Kamikakushi /Ruhların Kaçışı’ animesiyle Japonya’da gişe rekorları kıran, animasyonun büyük ustası Miyazaki, pek çok usta yönetmenin hayranlığını kazanmış bir isim. Mesela bir Miyazaki fanatiği olan Steven Spielberg, Miyazaki’nin Lupin 3:The Castle of Cagliostro animesinin sinema tarihindeki en iyi araba takip sahnesine sahip macera filmi olduğunu söyler. İmparator lakaplı yönetmen Akira Kurosawa da Miyazaki’nin başarısını, ‘Film endüstrisi için aradığım bütün yetenekler animeye geçti’ diyerek tescil eder adeta.

Titanic ve Avatar gibi filmlerle adından sıkça söz ettirmiş usta yönetmen James Cameron’da, Momoru Oshii’nin ‘Ghost in the Shell’ animesi hakkında ‘Yetişkinler için edebi ve görsel mükemmelliğe ulaşmış ilk gerçek animasyon filmi’ yorumunu yaptığı bir tebrik mektubunu, Oshii’ye gönderdiği bilinir.

Robocop filmlerinin senaristi ve Batman, Daredevil gibi çizgi romanların yazarı olan Frank Miller’in de ‘Akira’ animesiyle ses getiren Katsuhiro Otomo fanatiği olduğu bilinmektedir. Otomo, Nuh’un Gemisi’ni bulmak için Türkiye’ye gelen Yu’nun macerasınının anlatıldığı 1998 yapımı anime Springgan’ın yapım ekibinde bulunmuştur.

bahadircoskun@yahoo.com